Kur’ân-ı Kerim, Hz. Peygamber’e (s.a.v) Arapça olarak
nazil olmuştur.1 Yüce Allah, kelamını vahyin ilk
muhataplarının dili ile indirmiştir. Hz. Peygamber
(s.a.v) gelen vahiyleri ezberlemiş2, ezberletmiştir.
Ezberlemeyi şu hadis-i şerifinde olduğu gibi teşvik
etmiştir: “Kur’ân-ı Kerim’i çokça okuyunuz. Asılı
olan (fakat istenildiği gibi okunup amel edilmeyen)
Mushaflar sizi aldatmasın. Allah-u Teala, Kur’ân-ı
Kerim’i ezberleyen bir kalbe azap etmez.”3 Ezberleme
ve ezberletme ameliyle Kur’ân’ı koruma altına
almak isteyen Resulullah (s.a.v); gelen vahiyleri vahiy
katipleri aracılığıyla kayda da almıştır. Kayda almış
olduğu Kur’ân metinlerinin bir nüshasını kendi
arşivinde muhafaza etmiştir. Kullanmış olduğu yazı
malzemeleri; kürek kemikleri, ince taşlar, işlenmemiş
deriler ve hurma dallarıdır.4
Hz. Muhammed’in (s.a.v) gelen vahiyleri okuma, ezberleme,
ezberletme ve yazma faaliyetinin sonucunda
ortaya bir metin çıkmıştır. Resullah’ın (s.a.v)
tüm faaliyetleri Kur’ân-ı Kerim’i ezberlemek, anlatıp
tebliğ etmek, açıklayıp tefsir etmek ve ilahî emirleri
uygulamaktan ibarettir.5 Kur’ân-ı Kerim’i anlamada
tefsir çalışmalarından istifade etmek önemli olmakla
beraber, Kelam-ı Kadimi anlamanın değişmez
iki temel anahtarı vardır. Bu anahtarlar aynı zamanda
bir metni anlamanın da anahtarlarıdır. Bunlar;
dil ve tarihtir.
Kur’ân-ı Kerim’i anlama bağlamında kastedilen dil
Arapça’dır. Çünkü dil özelde de Arapça anlama faaliyetinin
en önemli elemanıdır. Dil, sadece kendisine
yüklenen anlamı taşımakla kalmaz, aynı zamanda,
ait olduğu kültürel ortamı, konuşulduğu toplumun
millî özelliklerini, o tarihin ve milletin dünya
görüşünü, ahlakını, edebiyat ve sanatını, dinini ve
felsefesini de bize nakleder. Dil, kendi yapısı itibarıyla
farklı anlamlara da imkân tanımaktadır. Kelimelerin
birçok anlamı beraber yüklenebilmeleri ve
kazandıkları izafi anlamlar itibarıyla, farklı anlamlar
kazanmaları mümkün olmaktadır.6 Dilin farklı anlama
ve anlamlar çıkarmaya elverişli olması nedeniyle
Kur’ân-ı Kerim dili olan Arapça’yı bilme hususunda
öncelikli zamanı bulmak gerekir. Bu öncelikli
zaman da Hz. Peygamber dönemindeki Arapça’dır.
Çünkü Kur’ân-ı Kerim o dönemin Arapça’sıyla inmiştir.
Hâliyle Kur’ân-ı Kerim’i anlama çabaları da
öncelikle o dönemin Arap dili vasıtasıyla olacaktır.
7 Sahabiler Arapça konuşan ve bu dilin yatağında
doğup büyüyen insanlar olmaları münasebetiyle
Arapça’nın deyimlerine ve dilde yapılan sanatlara
vâkıftılar. Kur’ân-ı Kerim’in indiği (dönemin) dilini
ayrıntılarıyla ve sanatsal özellikleriyle bilmeyen ve
garip kelimeleri anlamayan kimseler bugün de tefsir
yapamazlar.8 Anlam daralması veya genişlemesine
uğramış, ilmî disiplinlerin ve modern dönemin
felsefi etkisinde kalmış bir Arapça ile Kur’ân-ı Kerim
doğru anlaşılmaz. Kuşatıcı bir dil bilgisiyle beraber,
Resulullah (s.a.v) dönemi Arapça’sının lügatinin bilinmesi,
beyan, meânî, bedîinin öğrenilmesi, mübhem
lafızların belirtilmesi, mücmel (kapalı) lafızların
izah edilmesi, vahyin nüzul ortamının, nasih ve
mensuhun tanınması, mutlak, mukayyed, umumi
ve hususi ifadelerin kavranması, emir ve nehiylerin,
kıraat farklılıklarının, Allah (c.c) için caiz olan ve caiz
olmayan şeylerin bilinmesi Kur’ân-ı Kerim’i doğru
anlamak ve tefsir etmek için şarttır.9
Kur’ân-ı Kerim metnini anlayıp yorumlamada dilden
sonra ikinci anahtar tarih bilgisidir. Tarih bilgisinden
amaç; Hz. Adem (a.s) ile başlayıp devam eden insanlık
tarihi, Kur’ân-ı Kerim’in iniş sürecinden önceki
ve nüzul dönemindeki Arabistan; özelde ise Mekke,
Medine tarihleridir. Tarih bilgisinin içine ayetlerdeki
Mekkilik ve Medenilik, nasih mensuh, mutlak
mukayyed, esbabı nüzul, vahiy vakıa ilişkisini bilme
ilimleri de girer. Kur’ân-ı Kerim (610-632) yılları arasında
nazil olduğu için Hz. Muhammed’in (s.a.v) bu
dönem içerisinde Kur’ân-ı Kerim’den anladıklarını
hayata katması, yorumlaması ve bu çerçevede oluşturmuş
olduğu “dünya görüşü” olan hadis ve sünneti
bilmek de tarih bilgisi içerisinde değerlendirilir.
Çünkü Kur’ân-ı Kerim’in ilk muhatapları bunu kendi
kültür seviyeleri oranında anlayabilmişler, anlayamadıkları
kısımları Hz. Muhammed’e (s.a.v) sormuşlardır.
10 Sahabiler biliyorlardı ki Allah (c.c) ile aralarındaki
ontolojik farklılıktan dolayı onunla vasıtasız
iletişim kurmak (konuşmak) mümkün değildir. İletişim
ancak bir peygamber aracılığıyla kurulabilir.
Ayetlerdeki kapalılıkları açmak, mücmeli beyan etmek
bu iletişimi Kur’ân Peygamber’in (s.a.v) en büyük
görevlerindendir.
Mücmelin beyanı, garip lafızların izahı, müteşabih
ifadelerinin yerine göre açıklaması, hüküm olmayan
konularda hükümler konularak sorunların çözülmesi,
ritüel alanın pratik olarak gösterilmesi, tarih
içerisinde sünnet vasıtasıyla olmuştur. Sünneti
iyi bilmek Kur’ân-ı Kerim’i doğru anlamanın olmazsa
olmazlarındandır.
İlk dönemlerden itibaren Kur’ân-ı Kerim tefsir
edilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’in en önemli tefsiri yine
Kur’ân’la yapılmıştır. Kur’ân-ı Kerim’in kendi kendisini
nasıl tefsir ettiğini ilim ehli bilir. Ayette kapalılık
varsa ya o ayetin içerisinde veya bir ayet sonra
ya da daha sonraki ayetlerde gerekli açıklamalar yapılmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’in bizzat kendisini tefsir etmesiyle
bağlantılı olarak bilinmesi gereken önemli
bir husus da Kur’ân-ı Kerim’e bir bütünlük çerçevesinde
bakabilmektir. Bu bakış gerçekleştirilemezse
Kur’ân-ı Kerim’in Kur’ân’la tefsiri çok iyi anlaşılmaz.
Kur’ân-ı Kerim’in ikinci müfessiri Hz. Peygamberdir.
Onun tefsirinin dayanağı Yüce Allah’ın şu emridir:
“Biz sana Kur’ân-ı Kerim’i indirdik. Böylece insanlara,
kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın…”
Resulullah’ın açıklamaları aynı zamanda bir tebliğdir.
Şu ayet onun tebliğ görevini hakkıyla yerine getirmesine
vurgu yapmaktadır: “Ey Peygamber! Rabbinden
sana indirileni tebliğ et.
Eğer yapmazsan onun verdiği peygamberlik göre vini yerine getirmemiş olursun…”19 Tebliğ görevinin
içerisinde hem Allah’ın Kitabını tebliğ hem de
ayetlerin anlamlarını açıklama görevi vardır.20 Hz.
Peygamber’in (s.a.v) tefsiri; Kur’ân-ı Kerim’in mücmel
ayetlerini tefsir, umumi hükümlerini tahsis,
müşkilini tavzih, neshe delalet etme, mübhem olanı
açıklama, garip kelimeleri beyan etme şeklindedir.
21 Hz. Peygamber’in (s.a.v) Kur’ân-ı Kerim’in ne
kadarını tefsir ettiği ulema arasında tartışılmış ve
farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Hz. Aişe’nin (r.a): “Hz.
Peygamber (s.a.v) Cebrail’in kendisine öğrettiği, sayılabilecek
kadar mahdut ayet haricinde Kur’ân-ı
Kerim’den bir şey tefsir etmedi.”22 rivayetine dayanarak
Gazali (ö.505/111) ve Suyuti (ö.911/1505)
gibi âlimler Resulullah’ın çok az tefsir ettiklerini
söylemişlerdir.23 İbni Teymiyye (ö.728/1328) ise
Hz. Muhammed’in (s.a.v) Kur’ân-ı Kerim’in tamamını
tefsir ettiğini delilleriyle savunmuştur. Fakat Hz.
Peygamber’den (s.a.v) bize sistematik bir tefsir gelmemiştir.
Sahabiler döneminde de Hz. Peygamber’le (s.a.v)
başlayan Kur’ân-ı Kerim’i tefsir etme geleneği sürmüştür.
Resulullah’ın duasına mahzar olan Abdullah
b. Abbas (ö. 68/687), Hz. Peygamber’in hizmetinde
bulunan âlim sahabi Abdullah b. Mesud
(ö.32/652), Hz. Ömer (ö.23/644), Hz. Ali (ö.40/660)
ve Hz. Aişe (ö.58/677) ilk müfessir sahabilerdir. Bu
ve benzeri sahabiler baştan sona tüm ayetleri tefsir
ettikleri bir eser bırakmamışlardır. Görüşleri değişik
tefsir çalışmalarında dağınık olarak verilmiştir. Örneğin,
ansiklopedik bir tefsir olan ilk kaynaklardan
Taberi’nin (ö.310/922) Câmiu’l-Beyan’ındaki sahabi
nakillerinin % 70-75’i Abdullah b. Abbas’a, %15-20
oranında Abdullah b. Mesud’a aittir. Geride kalan
rivayetler ise diğer sahabilere aittir.
Hicri II. asırdan itibaren de yazılı tefsir çalışmaları
verilmeye başlanmıştır. Yapılan ilk çalışmalar özlü,
muhtasar, nakle dayalı ve daha çok ahkamı içeren
çalışmalardır. İslam coğrafyasının genişlemesiyle
beraber ihtiyaca binaen çeşitli tefsir çalışmaları yapılmıştır.
Bunlara Kur’ân-ı Kerim’i tefsirde ortaya çıkan
eğilimler de diyebiliriz ve yapılan çalışmaları şu
başlıklar altında toplayabiliriz:
1- Rivayet tefsirleri
2. Dirayet tefsirleri
2.1. Tek Yönlü Dirayet Tefsirleri
2.1.1. Dilbilimsel Tefsirler
2.1.2. Kelami Tefsirler
2.1.3. Fıkhi Tefsirler.
2.1.4. Tasavvufi Tefsirler
2.1.5. İlmî Tefsirler
2.1.6. İctimai Edebî Tefsirler
3. Konularına Göre Tefsir Çalışmaları.
Başlangıçtan günümüze kadar yapılan tefsir çalışmalarına
bakıldığında görülür ki Müslüman âlimler
gerek rivayet gerekse dirayet alanında birçok çalışmalar
yapmışlardır. Dönem içerisinde dil sorunu olduğunda
dil tefsirleri yazılmış; ilmî izahlar öne çıktığında
ilmî (bilimsel) yorumlara ağırlık verilmiş, fıkhi
ihtiyaçlara göre fıkhi tefsirler gündeme gelmiş,
ahlaki ihtiyaçlar ve buhranlar ise tasavvufi tefsirleri
gündeme getirmiştir.
Tasavvuf, kul ile Allah (c.c) arasında ihsan olayının
gerçekleşmesi veya kulun ihsan vasfını kazanmasının
yollarını gösteren bir ilimdir. Kur’ân-ı Kerim’den
ve sünnetten kopuk değildir. Kur’ân-ı Kerim’i Hz.
Peygamber (s.a.v) gibi yaşamaya çalışmaktır. Nitekim
Hz. Aişe de (r.a) “Onun ahlakı Kur’ân’dı.” buyurmak
sûretiyle bu gerçeğe işaret etmiştir. Kötü ahlaklı
insanların cennete giremeyeceğini”29 vurgulayan
Resulullah (s.a.v); “Müminin güzel ahlakı sayesinde
gecelerini ibadetle, gündüzlerini de oruçla
ihya eden kimsenin derecesine ulaşabileceğini”
30 belirtmiştir. Tasavvuf müminlerden, Kur’ân-ı
Kerim’deki; “Biz, size şah damarınızdan daha yakınız.”
31, “…Siz nerede olursanız olun o sizinle beraberdir.”
33, “O, kalplerde olan her şeyi bilir.” gibi ayetlerden
hareket ederek Allah’ın (c.c) sürekli kuluyla
beraber olması hâli olan murakabeyi34 daimî hâle
getirmelerini ister. Bu sayede insanda bir oto kontrol
oluşur.
Hz. Muhammed de (s.a.v) “Nerede olursan takvalı ol
(davran)…”35 buyurmak sûretiyle murakabeyi daimi
bir meleke hâline getirmeyi tavsiye etmiş ve murakabe
bir “makam” hâline getirilebilirse “meleklerin
bile o kişiyle musafaha edebileceğinin müjdesini
vermiştir.36
Tasavvuf, sûfîlerin söylem ve davranışlarında
Kur’ân-ı Kerim ve sünnet çerçevesinde kalmalarını
ister. Gazali (ö.555/1111) (rh.) başta olmak üzere
birçok tasavvuf (ahlak) bilgini, tasavvufi ifade ve
davranışların Kur’ân-ı Kerim ve sünnetle; bu iki asıldan
doğan fıkıh ilmi ile kayıtlı olduğunu söylemiştir.
İslam fıkhıyla kayıtlı olmayan tasavvuf batıldır.
İlk dönem sûfîlerinden Seri es-Sakatî (ö. 257/870)
yeğeni olan Cüneyd el-Bağdadi’ye (ö.298/910), “Allah
(c.c) seni önce muhaddis sonra sûfî yapsın.”38
demek sûretiyle nasların, tasavvufu kayıtlayan şer’î
kaynaklar oluşuna dikkat çekmiştir. Cüneyd (k.s.)
“Siz Kur’ân-ı Kerim’i okumayıp Hadis-i Şerifi yazmayan
ve dinde fakih olmayana sakın uymayın.”39 demek
sûretiyle nasların tasavvufi söylemi çerçevelemesindeki
önemine vurgu yapmıştır. Velilerin gönüllerine
doğan keşifleri Kur’ân-ı Kerim ve sünnete
arz edip onlardan onay aldıktan sonra ilhama
önem vermeleri; Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s.) gibi
sûfîlerin halifelerine, halka fıkıh öğretimi yaptırmalarını
emretmeleri oldukça manidardır.40 İlk dönem
sûfîlerinin çoğunun hadis hafızı olduklarını41 düşünürsek
onların İslami ilimlere vukufiyetlerini de
kavrarız. Hadiste mevzuat var, kelami ekollerde bidat
fırkalar var, tefsirde israiliyat var diye nasıl ki bu
ilimleri reddetmiyorsak tasavvufun içerisine sızmış
bazı batıl fikirlerden veya bidatlara garkolmuş tasavvufi
anlayışlardan dolayı tüm tasavvuf ilmini de
yok saymak tarihi inkar etmek olur. Genellemeci bir
yaklaşım doğru değildir. Bu konuyu iyi düşünmek
ve yanlış karar vermemek çok önemlidir…
DİPNOTLAR:
1. Bak: 12/Yusuf 2; 13/Râd 37; 16/Nahl 103; 39/Zümer 28 vd.
2. Bak: 75/Kıyame 17.
3. Darimi, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman, es-Sünen, Çağrı Yay, İstanbul 1981;
Fedâilu’l-Kur’ân, I, 828.
4. Hanefi, Hasan, İslami İlimlere Giriş (terc: Muharrem Tan), İnsan Yay, İstanbul 1994, s. 15.
5. Erten, Mevlüt, Nas Yorum İlişkisi, Ankara 1998, Basılmamış Doktora Tezi, s. 2; Resulullah’ın Tefsir
görevi ile ilgili bak: 2/Bakara 129, 151; 3/Âl-i İmran 164.
6. Keleş, Ahmet, Kulislerin Kur’ân’a Arzı, İnsan Yay, İstanbul 1988, s. 123.
7. Şatıbî, İbrahim b. Musa, el-Muvafakat fî Usuli’ş-Şeriat, Beyrut trsz, s. 150; Cündioğlu, Dücane,
Kur’ân Çevirilerinin Dünyası, İstanbul 1999, s. 59; Garaudy, Roger, 20. Yüzyılın Biyografisi, Fecr
Yay, Ankara 1998, s. 344.
8. Dehlevî, Şah Veliyyullah b. Abdurrahim, Hüccetullahü’l-Bâliga, (Şerh ve Talik: Muhammed Şerif
Sukker), Beyrut 1990, I, 491.
9. Âlusî, Şihabuddin Mahmud, Ruhu’l-Meâni, Beyrut 1994, I, 7.
10. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, D.İ.B. Yay, Ankara 1988, II, 41.
11. İzitsu, Toshihiko, Kur’ân’da Allah ve İnsan (terc: Süleyman Ateş), İstanbul 1992, s. 195.
12. El-Cabiri, Muhammed Abid, Arap-İslam Kültürünün Akıl Yapısı (terc: Komisyon), Kitabevi Yay,
İstanbul trsz, s. 35.
13. Konuyla ilgili olarak 7/Araf 157. ayetin çeşitli kaynaklardan tefsirine bak.
14. Bak: 2/Bakara 187.
15. Bak: 86/Tarık 2-3.
16. Bak: 1/Fatiha 6-7. ayetler 4/Nisa 69. ayette tefsir edilmiştir. Konuyu daha fazla uzatmamak
için bununla yetiniyoruz.
17. Kur’ân-ı Kerim’in bütünlüğü üzerine yapılmış en önemli çalışmalardan birisi Prof. Dr. Halis
Albayrak’ın çalışmasıdır: Kur’ân’ın Bütünlüğü Üzerine, Şule Yay, İstanbul 1996.
18. 16/Nahl 44. Ayrıca bak: 4/Nisa 105; 16/Nahl 64.
19. 5/Maide 67.
20. Şatıbî, el-Muvafakat, c. III, s. 26.
21. Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur’ân Tefsiri, Kayıhan Yay, İstanbul 1998, s. 31.
22. Taberi, Camiu’l-Beyan, c. I, s. 84.
23. Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur’ân Tefsiri, s. 53.
24. Yıldırım, Suat, a.g.e, s. 61 vd.
25. Sürmeli, Mehmet, Sahabenin Kur’ân Anlayışı, Mavi Yay, İstanbul 2006, s. 23.
26. Albayrak, Halis, Tefsir Usulü, Şule Yay, İstanbul 1998, s. 89-117; Turgut Ali, Tefsir Usulü,
M.Ü.İ.F.Yay, İstanbul 1991, s. 251-306.
27. Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara 1997, ss. 689-696.
28. Ahmed, Müsned, VI, 91.
29. Tirmizi, Sünen, 29, Birr ve Sıla, Had No: 1946, c. IV, s. 334.
30. Ahmed, Müsned, VI, 64.
31. 50/Kaf 16.
32. 57/Hadid 4.
33. 57/Hadid 6.
34. Cebecioğlu, a.g.e, s. 517.
35. Ahmed, Müsned, V, 153; İbn Recep el-Hanbelî, Camiu’l-Ulum ve’l-Hikem, I, s. 395.
36. İlgili Hadis-i Şerif bak: Ahmed, Müsned, III, 175.
37. Bak: Gazali, İhyau Ulumiddin, (terc Ahmet Serdaroğlu), c. I, ss. 52-58; Muhasibi, Haris,
Risaletü’l-Müsterşidin, (tah: Abdulfettah Ebu Gudde) Beyrut 1995, s. 135.
38. Gazali, İhyau Ulumiddin, (terc: Mehmed A. Müftüoğlu), Çile Yay, İstanbul 1981, I, 74.
39. Muhasibi, Risaletü’l-Müsterşidin, s. 135.
40. Gündüz, İrfan, Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi, Hayatı, Eserleri ve Halidiyye Tarikatı, Seha Yay,
İstanbul, s. 37.
41. Konunun detayıyla ilgili bak: Tosun, Necdet, Bahaeddin Nakşibend, İnsan Yay, İstanbul 2003.